Sual: Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz?
CEVAP
Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikad meselesi
olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için
önce doğru bir imana sahip olmak gerekir.
Sual: İctihad ve mezhep nedir?
CEVAP
İctihad etmek, mezhep kurmak, dinimizin emridir. Resulullah
efendimiz, Hazret-i Muaz’ı Yemene hakim olarak gönderirken,
(Orada nasıl hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile
dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın
sünneti) ile dedi. (Onda da bulamazsan?) buyurunca, (ictihad
ederek) dedi. Resulullah efendimiz, (Elhamdülillah! Allahü teâlâ,
Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu.
(Tirmizi)
Allah ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin
nasıl yapılacağı, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık
bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak gerekirdi. Farzı
yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu.
Müminlerin hâli güç olurdu. Böylece mezhepler meydana geldi.
Eshab-ı kiramın tamamı müctehid ve mezhep sahibi idi. Bunun
için Peygamber efendimiz, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir,
hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz) buyurdu.
Mezheplerinin tamamı kitaplara geçmediği için, bugün hiç kimse,
mesela (Ben Hazret-i Ömer’in mezhebindeyim) diyemez.
Mezheplere bağlı hiçbir âlim, ictihad derecesine yükselse bile,
mezhebinin imamının üsul ve kaidelerine, hiçbir zaman muhalefet
etmez. Mezhepsiz olan hiçbir İslam âlimi yoktur.
Müctehid kime denir?
Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmeyen
hususları, açıkça bildirilenlere benzeterek, hüküm çıkaran derin
âlimlere (Müctehid) denir. Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi.
Sünnette kapalı kalan yerleri, müctehid âlimler açıklamış, mezhepler
meydana çıkmıştır. Bu mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçmiş,
diğerleri unutulmuştur.
Bu mezheplerin imanları, Eshab-ı kiramın ortak imanıdır.
İmanda ayrılık caiz olmaz. Bu dört hak mezhebe, (Ehl-i sünnet)
denir. Bu dört mezhepten hiçbirine uymayana mezhepsiz denir.
Sual: Annemle beyim Şafii mezhebindedir. Babam ise Hanefi
mezhebindedir. Benim, beyimin mezhebine mi, yoksa babamın
mezhebine mi girmem gerekir?
CEVAP
Bir kimse, hangi mezhebin hükümlerini iyi biliyorsa, o mezhebe
göre amel eder. Babasının veya beyinin mezhebine göre amel
etmesi gerekmez.
Türkiye’de Hanefi mezhebi daha yaygın olduğu ve Hanefi
mezhebine ait Türkçe kitaplar daha çok olduğu için, Hanefi
mezhebine göre amel etmeniz daha uygun olur.
Bazen Hanefi, bazen Şafii mezhebine göre hareket edilmez.
Sadece, yapılması emredilen bir işi kendi mezhebine göre yapmak
imkanı yoksa, o zaman diğer üç mezhepten birini taklit ederek o işi
yapmak caiz ve gerekir. Sıkışık durum ortadan kalkınca taklit işine
son verilir. (Hadika)
Sual: Biz Hanefiyiz, Şafii imama uyarken niyetimizde bir
değişiklik oluyor mu? Müezzin ikameti kendi mezhebine göre mi
okur? İmam kendi mezhebine göre mi imamlık yapar, yoksa Hanefi
cemaatin mezhebine göre mi?
CEVAP
Ne niyette, ne de diğerlerinde bir değişiklik yoktur. Müezzin
kendi mezhebine göre ikamet okur, imam kendi mezhebine göre
namaz kıldırır.
Sual: “İslam’da zekât”, “İslam’da namaz”, “İslam fıkhında
tasavvuf”, “İslam’da şu”, “İslam’da bu” diyorlar. “İslam’da zekât”
denince, dört mezhepten birine göre zekât anlatılmış olmadığına
göre, “İslam’da” diye kitap yazmak uygun mudur?
CEVAP
Bildirdiğiniz gibi, “İslam’da zekât” denince, hangi mezhebe göre
söylenildiği bilinmiyor. “Hanefi’de zekât”, “Maliki’de zekât”
denilmelidir. “İslam fıkhı” tabiri de böyledir. Hanefilerin fıkıh usulleri,
Şafiilerin fıkıh usullerinden farklıdır. Tasavvuf ve fıkıh iki ayrı ilim
dalıdır. “İslam tasavvufunda fıkıh” veya “İslam fıkhında tasavvuf”
demek, ilimleri, mefhumları birbirine karıştırmak olur.
“İslam da şu”, “İslam’da bu” demek, mezhebi bilmemek veya
kabul etmemektir. Bir kimse, İslam’a göre namaz kılamaz. Dört
mezhepten birine göre kılması gerekir. Mesela imam arkasında
Fatiha okuyan kimse, Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. İmam
arkasında Fatiha okumazsa, Şafii’de farzı terk etmiş olur. Onun için
İslam’a göre namaz kılmak mümkün değildir. Diğer İslam’a görelerin
de çoğu böyledir. Bunlar ince bilgidir, elbette mezhepsizler bunları
bilmez. Farklı ictihad rahmettir, müslümanların işini
kolaylaştırmaktadır.
Davudoğlu hoca ile sohbet
Sual: Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu
hoca nasıl bir kimsedir?
CEVAP
Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini
ziyarete gittim. Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara
kendisine sordum:
– Hocam, Ezher’in durumu nasıldır?
– Maalesef iyi değildir. İbni Teymiye’nin, Abduh’un fikirleri
hakimdir.
– Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz?
– Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana,
Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı. Efgani’nin ve Abduh’un
mason olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için
çalıştıklarını belirtti.
– Ezher’in mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada
senelerce kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı?
– Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim.
Üzerime çamur bulaştırmadım.
Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına
önsöz yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu
söylemeyip dedim ki:
– Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya
suyundan) ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz
vardır. Hani az da olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır?
– Kesinlikle bulaşmamıştır.
– Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz?
Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım:
– İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez,
serbest müctehid gibi birisidir. Sübülüs-selamın bazı mahrem
yerlerinde fikrini sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i
sünnet imamları ile zikretmiştir. Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı
olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici kavillerle dolu olduğu için, sırf
Sübülüs-selamı tercüme edemezdim. Fethül-allam eserinde ise,
Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış idi. Bu iki
eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede istifade ettim.
Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet Yolları
adını verdim.
– Evet ne var bunda?
– Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin
kitapları var iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezher’de okunan kitabını
tercüme ediyorsunuz. İkinci olarak hadis kitabı tercüme
ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur’an meali de neşrettiniz. Dört hak
mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden ve hadis
kitabından öğrenebilir mi?
– Öğrenemez.
– Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Âbidin’i
tercüme edebilirdiniz!
Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal
buldu. Başını sallayarak dedi ki:
– İnşallah o da nasip olur.
Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Âbidin’i
tercüme etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi.
Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa
mezhepsizlik zehri, telfîk çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı?
Bunun en bariz örneği rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilhassa son
senelerdeki gayretlerinden dolayı, Ahmed Davudoğlu hocamıza
Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz ediyoruz.
Sual: Ekteki yazıda, (eskiden kadın yalnız başına yolculuk
yapamazdı. Fakat şimdi yollar emin olduğu için, tek başına uzun
yola gitmesinde mahzur yoktur) diyor. Dinin hükmü zamanla değişir
mi?
CEVAP
Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.
(Mecelle madde 39)
Dürer-ül-hükkam şerhinde bu maddenin açıklaması şöyle:
(Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete ait ahkam değişebilir.
Nassa, delile dayanan ahkam, zamanla değişmez.)
Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur.
Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde
zamana uyulmaz. Din bilgileri zamanla değişmez. Bunları
değiştirmek, zamana uydurmak isteyen Ehl-i sünnetten ayrılır.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allah’a ve ahiret gününe inanan kadının, üç günlük yola,
ancak kocası veya mahrem akrabalarından biri ile gitmesi helal
olur.) [Hadika]
Berikada diyor ki: (Hür kadının kocası veya ebedi mahrem olan
akrabasından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka
kadınlarla yahut akıl balig ve salih olmayan mahremi ile üç günlük
yola gitmesi haramdır.)
İbni Âbidin hazretleri üç günlük yolun 18 fersah olduğunu
bildiriyor. 18 fersah ise yaklaşık 104 km.dir. Demek ki bir kadın,
zaruret olmadan mahremsiz uzun yola gidemez. Bir günlük [35
km.lik] yola gitmesi ise mekruhtur. Daha az mesafeye ise
mahremsiz, fakat salih erkeklerle birlikte gidebileceği Fetava-i
Hindiyyede yazılıdır.
Sual: Bazıları, “Zaman sana uymazsa, sen zamana uy”
sözünün yanlış olduğunu söylüyor. Zamana uymak gerekir mi?
CEVAP
Zamana uymak gerekir. Zamana uymak demek, zamanın icap
ettirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve
adete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur’an-ı kerime, hadis-i
şeriflere], delile dayanan hükümlerin zamanla değişmeyeceğini
yukarıda bildirmiştik.
Şu halde, dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler
değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle,
kamyonla, uçakla giderken, kağnı ile gidilmesi gerekir diye ısrar
edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna
uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine kısaca zamanın değişmesi
denmiştir. Böyle misaller Kur’an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy
halkına sor) yerine, kısaca (köye sor) ifadesi kullanılmıştır. (Yusüf
82)
Zalim köylüler manasına (zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa
75)
Buna benzer ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf
tembel, şu sınıf çalışkandır) gibi. Elbette burada anlatılanlar, sınıfın
kendisi değil, orada okuyan talebelerdir. İşte, zamana uymakla da,
zamanın icabı olan faydalı işlere uymak gerektiği bildirilmektedir.
Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz.
Sual: Allah’ın emirlerini yapmamak için mezheplerin
kolaylıklarını araştırmak veya hile-i şeriyye yapmak caiz midir?
Böyle hareket etmek ruhsatla amel etmek değil midir?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor.
Güçlük çekmelerini istemiyor.) [Bekara 185]
Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi,
ruhsatların yapılmasını da sever.) [Beyheki]
Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış
anlamamalıdır. Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar
mezhebi yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyet’ten ayrılmak
olur. (Elcamius sagir şerhi)
İmam-ı Sübki hazretleri de buyurdu ki:
İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe
geçmek caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü,
dinini kayırmak için değil, kendini kayırmak için olur. Sık sık mezhep
değiştirmek de caiz değildir.
Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret
haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa,
emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık
aramak caiz değildir.
Necmüddin-i Gazzi hazretleri Hüsn-üt-tenebbüh kitabında,
(Şeytan, insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz.
Mesela mest üzerine mesh ettirmez. Ayaklarını yıkattırır.
Ruhsat ile amel etmeli, fakat hiçbir zaman mezheplerin
kolaylıklarını aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını
toplamak haramdır. Şeytan yoludur) buyurmaktadır.
Sual: Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür
alametleri için Abduh kullandı diye, mezhepsiz yazar nasıl olur da
“isteyen kullanır” şeklinde fetva verebiliyor?
CEVAP
Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşad bey ise,
(bağırsaktan çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize
çıkarabilmek için, dini değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine
cevaz veriyorlar.
Sual: Dünyadaki bütün müslümanlar farklı görüşlere sahip.
Nasıl itikadları olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı?
CEVAP
Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve
cemaat) fırkasıdır.
Müslümanlarla, sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes
olur. Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım
ne süttür, ne sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat
koyun sütü ile inek sütü, keçi sütü ve eti yenen hayvanların sütü
karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman karıştırılabilir. Domuz sütü de
süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis olur.
Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid’at ehli ile
birleşmekten söz edilemez. Sünnet ehli ile bid’at ehli, hak ile bâtıl
birleşemez. Birleşme yalnız hakta olur. Hak ise tektir.
Sual: Allah’ın sevdiği bir veliyi çok sevmek, onu rehber edinmek
caiz midir?
CEVAP
Her veli rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde
ictihad derecesine yükselmiş olması ve marifette vilayet-i hassa-i
Muhammediyye mertebesinde bulunması gerekir. Rehberin her
hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyet’e uygundur. Yani, her
şeyde Resulullaha uymaktadır. Bunlar için, Allahü teâlâ onu çok
sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü
teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü
teâlâyı ve Resulullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sevmekten
ileri gelmektedir. Bu sevgiye Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en
kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin
emirlerini yapmak, İslamiyet’e uymak demektir. Çünkü, rehberin her
sözü ve her işi İslamiyet’i bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada
hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din düşmanlarının,
müslümanlar için (Allah’ı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyet’i
bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu,
buradan anlaşılmaktadır.
Mezhep imamlarımız ve silsile-i aliyye büyükleri en kıymetli
rehberlerdir.
Sual: Her harika gösteren evliya mıdır?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler
ikiye ayrılır:
Birincisi, Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait
olan bilgiler ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde
edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder.
İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika
seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi
kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın
sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanır. Keramet
denince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve uzletle, nefslerini
temizleyen her insan, mahlûkların gayblerini haber verir. İnsanların
çoğu, dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır.
Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya
olsalardı, bizim hallerimizden haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri
ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler. [c.1, m.293]
Sual: İtikatta ve amelde mezhebimiz nedir? İtikatta mezhebi
üçe ayırıyorlar. Selefiye, Eşariye ve Matüridiye diye. Bu doğru
mudur? Doğru ise biz hangi mezhepteyiz?
CEVAP
İman ve itikat aynıdır. Bunları anlatan derin ilme İlm-i kelam
denir. Kelam ilmi, Kelime-i şehadeti ve buna bağlı olan, imanın altı
temel bilgisini öğreten ilimdir. Kelam ilmi âlimleri, çok büyük
insanlardır ve kelam kitapları pek çoktur. Bu kitaplara, Akaid kitabı
da denir. Kelam ilmini, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin
bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ile nakil ile ispat edecek
ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup,
bundan fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır.
Sünnilerin itikatta mezhebi, Ehl-i sünnet vel cemaattir. Amelde
mezhebi ise, dört hak mezhepten birisidir. İtikatta ayrılık olmaz.
İtikatta mezhep üçe ayrılmaz. Her müctehidin kendine göre bir
mezhebi bulunur. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin
hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Her müctehidin ictihadı, başka
müctehidin ictihadından farklı olabilir. Birine hak, ötekine bâtıl
denmez.
Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi, İmam-ı Züfer’in
mezhebi şudur denir. Ama bunlar Hanefi mezheplerinden ayrı
sayılmaz. Bunun gibi İmam-ı Eşari ve İmam-ı Matüridi’nin de
mezhepleri vardır. Fakat bunlar Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İkisi de,
Ehl-i sünnetin imamıdır. Ehl-i sünnetin imamı iki tane değildir,
çoktur. İmam-ı a’zam, sadece fıkıhta değil, itikatta da Ehl-i sünnetin
imamlarından biridir. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali ve
Abdülhakim-i Siyalkuti birer kelam âlimi ve akaid imamıdır.
Netice, itikatta mezhebimiz Ehl-i sünnettir. Amelde mezhebimiz
ise Hanefi veya diğer üç mezhepten biridir. Her âlimin mezhebi
vardır. Mezhepsiz âlim olmaz. Mezhepsizlik dalalettir. Mezheplerden
farklı hükümler alarak yeni bir mezhep oluşturmak mezhepsizliktir,
haramdır. Mason Abduh ve çömezleri bu mezhepsizlik yolunu tercih
etmişlerdir.
Sual: Dünyada bâtıl ve bid’at ehli olanlar daha çoktur, sesleri de
daha yüksek çıkıyor. Bunun sebebi nedir?
CEVAP
Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir ümmet Peygamberinden sonra ihtilafa düşer, gruplara
ayrılırlarsa, bâtıl ehli olanlar hak ehline galip gelir.) [Taberani]
Sual: (Hazret-i Mehdi gelince mezhepleri kaldırmayacak, fakat
doğru olan mezhep hükümleri unutulacak, Hazret-i Mehdi, ictihad
edecek, ictihadı Hanefi mezhebine uygun olacaktır) deniyor.
Mezheplerin yanlış bilgileri de mi var?
CEVAP
Yüce Allah desek, yüce olmayan Allah da var anlamı çıkar mı?
Büyük Allah’ım beni affet dense, küçük Allah da var anlamı çıkarılır
mı? O zaman her şeyde kusur bulunur. Sevgili Peygamberimiz
dersek, sevgili olmayan da mı var denebilir. Böyle şeyler ilmi tenkit
değildir.
Sual: Müceddid ne demektir?
CEVAP
Dinde yenileyici, bid’atleri çıkarıp dini eski hâline getiren âlim
demektir. Mesela imam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh) ikinci
binin müceddidir.
Sual: Tam İlmihal’de, bana göre, bize göre demek, nakli esas
almadan yazmak, konuşmak caiz değil deniyor. Fakat, âlimlerin
bana göre, bize göre, bu fakire göre dedikleri de naklediliyor. Bu bir
çelişki değil mi?
CEVAP
Hayır çelişki yok. Bana göre demek, kendini müctehid sanmak,
yetkili âlim bilmek demektir. Ama bir müctehid ise, yani yetkili âlim
ise, elbette bana göre demesi gerekir. Müctehidin bana göre
demesi, benim ictihadıma göre demektir. Mesela İbni Âbidin
hazretleri buyuruyor ki:
Evliyanın kabirleri üzerine, sanduka, örtü, sarık sarmak bize
göre, ölüye tazime sebep olmak, hakaret edilmemek, gafillerin
edepli olmaları içindir, caizdir. (Redd-ül-muhtar)
İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki:
Sahabe, ilim, ictihad, vera ve akıl bakımından bizden üstündür.
Onların reylerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim reylerimizden
evladır. (Risale-i kadime)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü, Ebu Bekri
Sıddık’tır. Ondan sonra, Ömer-ül-Faruk’tur. Üstünlük, bu fakire göre
fazileti, meziyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek,
din için herkesten çok mal vermek ve canını tehlikelere atmaktır.
Yani dinde, sonra gelenlere, üstad olmaktır. Sonra gelenler, her
şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddık’ta toplanmıştır.
Herkesten önce imana gelmiş, malını ve canını din için feda etmiştir.
Bu nimet, bu ümmette, ondan başkasına nasip olmamıştı. (3/17)
Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan
müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken,
zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok
edileceklerdir. Küçük iken ölen kâfir çocukları ve Peygamberlerden
haberi olmayanlar da böyle olacaklardır. (1/259)
Resulullahın en kıymetli zamanları, bu fakire göre, namazdaki
zamanıdır. (1/206)
Bu fakire göre, her gece yatarken, (Sübhanallahi velhamdü
lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) yüz defa okuyan, tesbih ve
tahmid ve tekbir eylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış olur.
Kendini hesaba çekmiş sayılır. (1/309)
Sual: İmam-ı Sevri ve İmam-ı Evzai, dört mezhebin imamları
gibi her ilimde imam mıdır?
CEVAP
İmam-ı Sevri, hadiste imam, sünnette imam değildir. İmam-ı
Evzai, sünnette imam, hadiste imam değildir. İmam-ı Malik, hadiste
de, sünnette de imamdır. (Eşedd-ül-cihad)