İstanbul’un fethinden sonra, Osmanlı askerleri, Bizans
hapishanelerini kontrol ettiler. En ücra bir mahzende üç papaz
buldular. Alıp Fatih Sultan Mehmed Han’a götürdüler. Sultan, onlara
hapsedilmelerinin sebebini sordu. Papazlar, “Biz, Bizans’ın en ileri
gelen papazları idik. İmparatorun zulüm ve işkencelerinden, yaptığı
rezalet ve sefahetten dolayı kendisini ikaz edip, sonunun yakın
olduğunu söyledik. O da, bize kızdı zindanlara attırdı” dediler.
Fatih Sultan Mehmed Han, papazların ellerine serbest dolaşma
belgesi verip, memleketini gezip görmelerini, Osmanlı Devleti
hakkında kendisine görüşlerini bildirmelerini istedi.
Papazlar, İstanbul’da bir çarşıya girip, sabahın erken vaktinde
bir şeyler almak istediler. Siftah yapan bir dükkandan, komşuları
siftah yapmadan ikinci bir şey alamadılar.
Anadolu’ya geçtiler dolaşırken, ezan okunmaya başladı. Kimse
dükkanını kapatmaya bile lüzum görmeden camiye gittiler. Hiç
kimse, bir başkasının malına, canına, ırzına, namusuna zarar
vermeyi aklından bile geçirmiyordu.
Papazlar, bütün bu hadiselerden dolayı şaşkına döndü. Kaç
şehir dolaştıkları halde, bir mahkemeye tesadüf edemediler. Her
kasabada kâdı var, fakat dava yoktu. Hırsızlık yok, katillik yok,
namussuzluk yok, eşkıyalık ve dolandırıcılık yok, kötülük yoktu.
Birkaç ay dolaştıktan sonra, şehrin birinde bir mahkemenin
olacağını haber alıp, oraya koştular.
“En sonunda Osmanlının aksak yönünü yakalarız ümidiyle
dinleyici olarak içeri girdiler. Davalı ve davacı geldi. Kâdı yerine
geçip meseleyi dinledi.
Adamlardan biri anlattı: “Efendim, bendeniz bu din kardeşimin
tarlasını arzu ettiği fiyat üzerinden satın aldım. Birkaç sene ekip
kaldırdım. Fakat bu sene çift sürerken, sabanımın demirine bir şey
takıldı. Kazıp çıkardım. İçi altın dolu bir küptü. Küpü götürüp, daha
önce tarlayı satın aldığım bu kardeşime vermek istedim. O kabul
etmedi: ‘Ben tarlamı, altı ve üstüyle birlikte sattım. Onun ekip
kaldırdığında bir hakkım olmadığı gibi, toprağın altında da bir
hakkım olamaz’ dedi.”
Üç papaz, altın küpünün kimin olacağına dair mahkemeyi ibretle
seyrediyorlardı. Tarlanın yeni sahibi çıkarttığı altın küpünü eski
sahibine vermek istiyor, “Toprağın altında küpün varlığından
haberdar olsaydı, bana orayı satmazdı” diyordu.
Eski sahibi ise, “Efendim, durum kardeşimin anlattığı gibi vâki
oldu. Ancak, bendeniz ona, o tarlayı, altı ve üstüyle birlikte sattım.
Onun ekip kaldırdığında bir hakkım olmadığı gibi, toprağın altında
da bir hakkım olamaz. Senelerdir ben o tarlayı sürerim, benim
nasibim olsaydı ben bulurdum” diyordu.
Kâdı efendi, bu iki müslüman arasında hüküm vermekte güçlük
çekmedi. Çünkü, birinin temiz ve saliha bir kızı, diğerinin de salih bir
oğlu vardı. (Bu gençleri evlendirelim, bu küp altın da onların düğün
hediyesi olsun) diye teklif yaptı. Onlar da kabul ettiler. Davayı
böylece halletmiş oldu. Papazlar da şaşkınlıktan ne yapacaklarını
bilemez bir halde oradan ayrıldılar.
Papazlar, Anadolu seyahatlerine devam ettiler… Yine bir gün,
bir mahkemeye şahit oldular. Kâdı efendi, davacıya söz verdi. O da
meseleyi şöyle anlattı: “Bir hafta önce bu kardeşimden bir at satın
aldım. Evime götürüp bakımını yaptım. Ancak birkaç gün sonra at
rahatsızlandı. Atın daha önceden hasta olması mümkün olabileceği
gibi, ben aldıktan sonra da hastalanması mümkün idi. Atı satın
aldığım arkadaşa bir şey diyemedim. Gelip durumu size arz edeyim
ki, aramızı bulasınız diye düşündüm. Ancak o gün sizi bulamadım.
Siz şehir dışına gitmiştiniz. Siz geri gelmeden de at öldü.
Hükmünüzü talep ederim.”
Kâdı efendi düşündü. At ölmüş, onlar arasında dava bitmişti.
Suç kendisinindi. Atı satanı suçlayamazdı. Çünkü atın durumu
ortaya çıkmamıştı. Öbürü de vaktinde müracaatını yapmıştı. Tek
eksik taraf; kendisinin şehirde, vazife yerinde bulunmaması idi. O
halde atın ücretini o ödemeliydi. Atın fiyatını öğrenip, kendi cebinden
bedelini verdi.
Böyle âdil bir kâdı efendinin ve böyle âdil bir mahkemenin
mevcudiyetini akıllarına sığdıramayan Bizans papazlarının,
hayretlerinden ağızları açık kaldı…
(Anadolu’da bu kadar dolaştığımız yeter) diyen papazlar,
İstanbul’a dönüp, İstanbul Kâdısı Hızır Bey’in huzurunda, Padişah
Fatih Sultan Mehmed Han ile, bir Hıristiyan arasında bir davanın
görüleceğini duydular.
Koca Osmanlı Devleti’nin Sultanı, çağ açıp çağ kapayan
İstanbul Fatihi Sultan Mehmed Han ile bir hıristiyan mimar, Kâdı
Hızır Bey’in karşısında ayakta bekliyorlardı. Fatih Sultan Mehmed
Han, vazifesine ihanet eden Hıristiyan mimarı mahkemesiz
cezalandırmış, Hıristiyan mimar da, Kâdı Hızır Bey’e şikayet etmişti.
Hızır Bey, Fatih Sultan Mehmed Han’ı haksız bulup aynı şekilde
Sultanın da cezalandırılmasına hükmetti. Eğer mimar rıza
gösterirse, diyetle kurtulabilecekti. Hıristiyan mimar, bu adalet
karşısında ne yapacağını şaşırdı. Oracıkta, Kelime-i şehadet getirip
müslüman oldu…
Papazlar, fetihden sonraki İstanbul hayatını da çok merak
ediyorlardı. Müslümanların oturdukları, yeni yeni yerleşmekte
oldukları mahallelere gittiler. Onların tam bir teslimiyet ve sükunetle
işlerini yaptıklarını tam bir temizlik ve titizlikle eşyalarını
yerleştirdiklerini gördüler. İstanbul bambaşka olmuş, sanki, birkaç ay
önceki Bizans gitmiş, yerine gökten bir İstanbul inmişti.
Padişah tarafından Osmanlı ülkesini gezip görmekle
vazifelendirilen papazlar, İstanbul’daki Hıristiyan mahallelerini de
görmeden edemediler. Bugünkü Fatih Camii’nin doğu taraflarına ve
Fener’e doğru gittiler. Hıristiyanlar bile değişmiş, sokaklardaki pislik
azalmıştı. Kimse kimseye zulmetmeye cesaret edemiyordu. Kâdı
Hızır beyin, Padişaha bile ceza vermekten çekinmemesi onları
korkutmuştu. Herkes sessiz, sakin işine devam ediyor, eskisi gibi
içip içip, sokaklarda, nârâlar atamıyorlardı. Kimseyi rahatsız
edemiyorlardı. Hıristiyanların en fakirine bile ev verilmiş, kimse aç
ve açıkta bırakılmamıştı. İstanbul’da herkes huzur içerisinde idi.
Papazlar, bütün bunları gezip gördükten sonra, birkaç gün
dinlenip düşündüler, izin isteyip padişahın huzuruna çıktılar.
Gördüklerini bir bir arz edip; (Bu millet ve devlet, böyle giderse,
kıyamete kadar devam eder) dediler. (Böyle bir ahlak ve yaşayışa
sahip olan insanların dini, elbette Allahü teâlânın hak dinidir) dediler,
Kelime-i şehadet getirip müslüman olmakla şereflendiler.
MANŞETLER
2 gün önceMANŞETLER
2 gün önceEKONOMİ
2 gün önceMANŞETLER
2 gün önceMANŞETLER
2 gün önceMANŞETLER
6 gün önceMANŞETLER
7 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.