ALİ ALPER ÇETİN

ALİ ALPER ÇETİN

21 Aralık 2019 Cumartesi

Toplumu büyüteçle gözleyen romancı HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Toplumu büyüteçle gözleyen romancı: HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR

Toplumu büyüteçle gözleyen romancı: HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ali Alper ÇETİN

Elli yıllık yazı hayatında, elliye yakın eser veren tanınmış romancımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı, bir toplum yazarı olarak, Kültürümüzün Yıldızları arasında saymamız gerek…

1864 yılında İstanbul’da doğan, ilk ve orta öğreniminden sonra kendi kendini yetiştiren Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın henüz 3 yaşında iken annesi öldü. Girit’te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula burada başladı. Babası tekrar evlenince 6 yaşında İstanbul’a anneannesinin Aksaray’daki Konağı’na geri döndü.  Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Rüşdiyesi ve İdadide öğrenim gördü. 1878’de Mekteb-i Mülkiye’ye girdi. 1880’de hastalık nedeniyle ikinci sınıfta iken okulu bıraktı. Kısa bir süre Adliye Nezareti Ceza Kalemi’nde memur ve Ticaret Mahkemesi’nde Azâ Mülazımı olarak çalıştı. 1887’de Ahmet Mithad Efendi’nin Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başladı.

Kısa memuriyeti sonrası tüm ömrünü kalemine adamıştır. Toplum yaralarını ustaca, gerçekçi bir gözle eleştiren, kılı kırk yararak iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayıran bir kalem bu… Yenileşme çabaları içindeki bir ortamda ölçüsünü kaçırmış alafrangalık özentileri, zoraki ve dengesiz evlilikler, aile geçimsizlikleri, bağnazlıklar, yıllar yılı süren savaşların getirdiği ve ekonomik sıkıntıların doğurduğu toplum bozuklukları, daha pek çok konular, onun kaleminde, biraz da abartılarak dile getirilir.

Anneannesinin Konağında dadılar arasında geçirdiği çocukluk ve gençlik yılları, İstanbul yaşamı ve insanlarını tüm detaylarıyla öğrenmesini sağladı. Ev kadınlarının çeşitli konulardaki düşüncelerini öğrendi. Batılı yazarların yansıra  Türk halk edebiyatından yararlandı. Romanı ahlakın aynası olarak gördü. Geniş bir okur kitlesine ulaşabilmek için arı-duru ve yalın bir dil kullandı. Çok okunan bir yazar olmasını da bu yalınlığına bağladı.

Eserlerinde toplumsal ve ekonomik eşitsizlikleri, kadın-erkek ilişkilerini, din sorunlarını da konu aldı. Zeki ve kurnazların, saf ve cahilleri kandırarak işlerini yürüttükleri çarpık bir düzenden kurtulmak için akılcı düşüncenin gelişmesi gerektiğini savundu. Dar sokakları, ahşap evleri, konakları, yalıları ve çarşılarıyla hep 19. yüzyıl İstanbul’unu işledi. Romanlarında döneminin İstanbul’un her kesiminden, sınıfından insanı’na yer verdi. Külhanbeyler, züppeler, ruh hastaları, fahişeler, hanımefendiler, mahalle kadınları, paşalar, memurlar, beslemeler, imamlar, esnaf… Çevre betimlemeleri üzerinde durmaktansa karakterlerini güçlendirmeyi tercih etti. Bu karakterleri yerel şivelerle konuşturmakta ustalaştı. Emile Zola’nın deneysel roman yöntemini benimsedi ve uyguladı. Ömrünün son otuz yılını Heybeliada’daki köşkünde yazarak geçirdi. En çok ürün veren, en çok okunan ve sevilen yazarlardan biri oldu.

1919’larda yazdığı “Hakka Sığındık” adlı romanı bunun bir örneğidir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında memleketin özellikle büyük şehir İstanbul’un yiyecek ve içecek konusundaki ölçüsüz sıkıntı bolluğu, bunun toplum üzerindeki etkileri bu romanda ustalıkla sergilenmiştir. Kısa bir bölümünü birlikte okuyalım:

“… Cumba cumbaya, yan yana komşu olan Nakiye Hanımla Raife Hanım, iki koca karı pencereden pencereye bakın şöyle hâlleşirlerdi. Nakiye Hanım etrafı kedi gibi koklaya koklaya:

—Hu komşucuğum, orada mısın?

—Buradayım Nakiye kardeş, bizim ihtiyar kütük gibi yatıyor. Artık onu kaldırırsa Allah kaldırır. Gelin hasta, oğlan hasta, iş başıma kaldı. Yorgunluktan belim kırıldı. Çamaşır yıkamaya uğraşıyorum. Kirlilerimiz dağ taş yığıldı. Su yok, odun yok, sabun yok… Bir eski fıçımız vardı. Yağmur borusunun altına koydum. Allah ne rahmet verirse hem içeceğiz hem yemek pişireceğiz. Hem de onunla arınacağız. Pek zorlu oldu kardeşçiğim, pek zor… Dün bir parça yağmur çiselediydi. Küllü su yaptım. Kirlileri bastırdım. İşte artık ne kadar temizlenirse. Uğraş uğraş ne halim kaldı, ne canım. Şimdi mutfaktan şuraya cumbanın önüne çıktım. Belimi yastığa verdim. Biraz içim geçmiş…

—Hacının (Hacı, komşuları ve zengin birinin adıdır) mutfağından yemek kokusu duymuyor musun?

Raife Hanım bir av köpeği ihtimamıyla gözlerini süze süze havayı koklamaya uğraşarak:

—Bir iki gündür nezleden burnum tıkanmış amma… A mis gibi bir şey kokuyor… a dur bakayım… şey revani… revani. Kaç sene oldu bilmem. Mübareği tatmadım. Yalnız ağzımda tadı kaldı. Çok şükür işte şimdi de kokusunu duydum.

—A, bilemedim kardeş… Sütlü irmik helvası yapıyorlar… Miyanesi ha geliyorum, ha geldim diyor.

Bir ev aşırı komşudan bir ses daha gelir… Raife Hanım sorar:

—Kim o?

—Tatarın Esma…

—Ne diyor?

—İkiniz de bilemediniz. Ne revani.. ne helva.. bademli, fıstıklı Şam baklavası… diyor.

Raife Hanım bağırarak:

—Esma, ilâhî karı yetişme.. Fıstıklı, bademli diye bir de ballandırıyor ki imrenmeden insana küçük dilini yutturacak.. Gebe olsam çocuğum düşerdi, emzikli bulunsam sütüm kesilirdi. O kadar içim çekti.. Acaba ölmeden bana baklava yemek kısmet olacak mı?.. Hiç ummuyorum… Şu muharebe bitecek de.. şeker, yağ, un ucuzlayacak da.. param olacak da.. Baklava yiyeceğim… Ölme eşeğim ölme, yonca bitecek..”

Savaş yıllarının sıkıntıları arasında günlük yaşantılar, gelin-kaynana kavgaları, gelenek ve görenekler, bunların ilgi çekici, eleştirilmeye değer yönleri, Hüseyin Rahmi’nin romanlarında tüm gerçekleriyle yansır… Bu yüzden perdelenmiş bir Karagöz oyunu gibi gülerek ve gülümseyerek Hüseyin Rahmi’yi okur, çoğu kez düşünürsünüz. Onun hakkında bir eser yazmış olan Refik Ahmet Sevengil kişiliğini şu notlarla belirler:

“Ufak tefek yaşlı, fakat hayrete lâyık bir dinamizim taşıyan bir vücudu vardır.

Neş’elidir, daima fevkalâde enteresan konular, en canlı düşünceler, en güzel buluşlar kolaylıkla dilinin ucuna gelir.

Yakın, uzak çevresindeki her şeyi ve kendisini, terbiyeli, kibar, insanı asla kırmayan iğneleyici büyüteci arkasından görmeye alışmıştır.”

Hüseyin Rahmi Gürpınar 1888 yılında “Şık” romanını yazdıktan sonra ardı ardına romanlar yayınlamaya başlamış, 1911 yılında yayınladığı Şıpsevdi ve Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanlarından sonra ün yapmıştır. Özellikle Gülyabani, Hakka Sığındık, Hayattan Sayfalar, Ben Deli miyim, Utanmaz Adam, Kesik Baş romanlarıyla çok sevilmiş ve okunmuştur. O nun; Namusla Açlık Meselesi, İki Hödüğün Seyahati, Tünelden İlk Çıkış, Gönül Ticareti, Melek Sanmıştım Şeytanı gibi yayınlanmış hikâye türünde de eserleri de vardır.

Bütün eserleri ise;

Roman:

Şık (1889), İffet (1896), Mutallâka (1898), Mürebbiye (1899), Bir Muadele-i Sevda (1899), Metres (1900), Tesadüf (1900), Şıpsevdi (1911), Nimetşinas (1911), Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912), Gulyabani (1913), Cadı (1912), Sevda Peşinde (1912), Hayattan Sayfalar (1919), Hakka Sığındık (1919), Toraman (1919), Son Arzu (1922), Tebessüm-i Elem (1923), Cehennemlik (1924), Efsuncu Baba (1924), Meyhanede Hanımlar (1924), Ben Deli miyim (1925), Tutuşmuş Gönüller (1926), Billur Kalp (1926), Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu (1927), Mezarından Kalkan Şehit (1928), Kokotlar Mektebi (1928), Şeytan İşi (1933), Utanmaz Adam (1934), Eşkıya İninde (1935), Kesik Baş (1942), Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür (1943), Ölüm Bir Kurtuluş mudur (1954), Dirilen İskelet (1946), Dünyanın Mihveri Para mı Kadın mı (1949), Deli Filozof (1964), Kaderin Cilvesi (1964), İnsanlar Maymun muydu (1968), Can Pazarı (1968), Ölüler Yaşıyor mu (1973), Namuslu Kokotlar (1973)

Öykü:

Kadınlar Vaizi (1920), Namusla Açlık Meselesi (1933), Katil Bûse (1933), İki Hödüğün Seyahati (1934), Tünelden İlk Çıkış (1934), Gönül Ticareti (1939),

Melek Sanmıştım Şeytanı (1943), Eti Senin Kemiği Benim (1963)

Oyun:

Hazan Bülbülü (1916), Kadın Erkekleşince (1933), Tokuşan Kafalar (1973), İki Damla Yaş (1973), Gülbahar Hanım

Tartışma:

Cadı Çarpıyor (1913), Şekavet-i Edebiye Tartışmaları (1913)

Sanat ve Edebiyat (Ölümünden sonra H. A. Önelçin derledi, 1972)

Hüseyin Rahmi Gürpınar 1935-1943 yılları arasında iki dönem milletvekilliği yapmışsa da bu onun hayatında hiçbir değişiklik yapmamış, kalemini yine topluma yönelik konularda kullanmış ve hiç evlenmemiştir. Bunun sebebini soranlara “ —Evlilik çağında bulunduğum yıllarda kendimi durup dinlenmeden kalemime verdim. Tam evlenmeyi düşündüğüm sırada da, bu çağın çoktan geçtiğini farkettim…” cevabını vermiştir. Seksen yaşındayken ömrünün son otuz yılını geçirdiği Heybeliada’da 8 Mart 1944 günü gözlerini kapamış ve ölümünden sonra evi Hüseyin Rahmi Gürpınar Müzesi ve Kitaplığı olarak düzenlenmiştir.

Gerek elli yıllık Cumhuriyet döneminde ve gerekse Cumhuriyetten önce olsun Hüseyin Rahmi Gürpınar, Türkiye’de okuma alışkanlığını artıran, arı-duru Türkçesiyle okumayı kolaylaştıran ve sevdiren bir yazardır. İşlediği konular hayal gücünden, özene-bezene hazırlanmış, süslü olaylardan uzak, toplumun tâ kendisidir. Toplumun şu yahut bu yönü, sahnelenmiş bir tiyatro eseri gibidir. Hüseyin Rahmi’nin romanlarında… Bu bakımdan Hüseyin Rahmi’nin eserlerine, bir tiyatro gözüyle bakanlar vardır.

Ölümünden sonra, hakkında ciltler dolusu yazı yazılan Hüseyin Rahmi’yi biz Kültürümüzün Yıldızları arasında kendine özgü bir aydınlık sayıyor ve elliye yaklaşan eserleriyle bu usta kalemi saygıyla anıyoruz.

Ali Alper ÇETİN

Araştırmacı

alialpercetin@hotmail.com

Kaynakça:

www.turkedebiyati.org/

www.biyografya.com/

Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara