Kadın erkek beraber çalışılan yerlere hepimiz gitmişizdir. Zaten
bu devirde kadın ve erkeğin bir arada çalışmadığı yer de yok gibidir.
Oralarda çalışan kadınlarla, erkeklerin aralarındaki diyaloglara da
zaman zaman şahit olmuşuzdur. Dikkat edilmişse, gayet samimi
senli benli sansürsüz konuşmalar, yaşlarına ve konumlarına
yakışmayan tarzda şakalar, dahası ve en acısı yaptıklarını sıradan
sayan bir takım insanlar görmüşüzdür. Ayrıca çalışan kadınların
çoğunda (çalışıyorum çalışmanın getirisi olarak, para da
kazanıyorum öyleyse, ben ayakları üzerinde durabilen, toplumda
söz sahibi olan ve kendine güvenen bir bayanım) düşüncesi içinde
davrandıklarını da görüyoruz.
İş yerinde patronundan bir aferin almak için türlü çabalar
gösteren çalışan bayanlar, aynı çabayı beylerini mutlu etmek,
beyinin bir iltifatını kazanmak için gösterseler, o ev güllük gülistanlık
olur. Aynı şey beylerin tarafında da farklı gerçekleşmekte, çalıştığı iş
yerinde karşılaştığı hanımlara gösterdiği nezaketin, kibarlığın,
komplimanın dörtte birini evdeki hanımına gösterse, hanımının saygı
ve sevgisini daha çok kazanırdı herhalde…
Evet, gerçekten de bizim ve çocuklarımızın hizmetiyle, evimizin
düzeni, tertibi, temizliğiyle, ilgilenen hatta sıkıntılara göğüs germekte
hep bizimle olan hanımlarımız, dışarıdaki bayandan çok daha fazla
ilgi ve nezakete layık değil mi?
Haramlardan uzak duran, hatta harama düşme kaygısıyla
evinde olmayı tercih eden
tesettürüne ve ibadetlerine dikkat ederek kendini koruduğu gibi
dinimizin bildirdiği şekilde davranarak beyini de günaha girme
vebalinden kurtaran hanımlarımız, daha çok iltifata ve itinaya layık
değil mi?
Gazetelerin insan kaynakları sayfasındaki reklâmlara baktınız
mı? İş ilanlarında hep fiziği ve diksiyonu düzgün bayan eleman
aranmakta… Neden daha çok bayan eleman tercih ediliyor, çok
kaliteli bir eğitim almış, ev geçindirmek zorunda olup da iş
bulamayan bu kadar erkek varken?
İnsanın aklına, (Sanki bu işte bir bit yeniği var, acaba kasıtlı
olarak kadın sokağa çekilmek mi isteniyor?) gibi şeyler geliyor. Dış
mihraklar, kendi toplumlarında aile kavramını kaybettiler, zararlarını
öğrenince şimdi geri kazanmaya çalışıyorlar. Fakat bizimle
uğraşmayı hızlandırıyorlar. Bir topluma verilecek en büyük zarar,
aileyi yok etmek… Bunu da ailenin temelini ve birlikteliğini sağlayan
anneyi, yani kadını dejenere ederek yapmaya çalışıyorlar.
Görünüşe göre de başarmak üzereler. Baksanıza kadınlar
erkekleşmeye, erkekler de kadınlaşmaya başlamışlar bile… Roller
değişmiş. İş bulamayan baba, evde oturup çocuklara bakıyorken,
kadının çalışmasının olmazsa olmaz görüldüğü günümüzde, aile
geçiminin ağır yükü hayat müşterektir adı altında kadına yükleniyor.
İşte size bir başka tablo:
Bir erkek evlenmek istiyor, annesi soruyor:
—Nasıl bir kızla evleneceksin?
Genç cevap veriyor:
—Fark etmez, çalışan birisi olsun, ben nasıl ev geçindireyim? O
da çalışırsa, birimizin maaşı elektrik, su, ev kirası vs… Birimizinki de
boğazımıza kılık kıyafete falan ancak yeter.
—Çok iyi oğlum, sen çalışacaksın da, o mu yiyecek, o da
çalışsın tabii. Nerde çalışsın?
—Ben tezgâhtar falan istemem, öyle işler geçici olur. Öğretmen
olabilir, devlet kapısı ne de olsa…
Bunun gibi konuşmalar, aranılan özelliklerde kız bulunuyor,
nişan, düğün, balayı falan derken;
—Bana yazık değil mi? Hani hayat müşterekti, hani sen de
bana evde yardım edecektin? Yardım etmeyi bırak, kendi eşyalarını
toplaman da yeter. Geldiğim gibi mutfağa giriyorum, yemek, bulaşık,
evin toplanması bıktım artık. Sen yoruluyorsun da, ben yorulmuyor
muyum? Ben de senin gibi gelir gelmez elime kumandayı alıp,
televizyonun karşısına geçsem aç kalırız aç…
—Yapacaksın tabi, sen kadın değil misin, ben mi
yapacağım yemeği, ütüyü? Çok konuşma da, sofrayı hazırla
çok acıktım.
Bu tartışmaları dışarıdan izleyenler, belki bir çocuk olsa her şey
yoluna girer diye düşünülürken aslında karışık olan durum çocuğun
olmasıyla içinden çıkılmaz bir hal alır.
—Çocuğa kim bakacak? Annem hasta, ee senin annen de
çocuğu çok şımartıyor, ahlakı bozuluyor çocuğun.
—En iyisi bir kreş bulalım, kreşe verelim çocuğu…
Uzun araştırmalar, arkadaş tavsiyeleriyle bir kreş bulunur,
çocuk kreşe verilir, annenin aklı yavrusunda, bütün gün ne yaptı, ne
yedi, ateşi de vardı, nasıl oldu acaba? Bütün bu sorular, düşünceler
ve annenin gizliden çektiği; ama söyleyemediği bir vicdan azabı, bir
suçluluk duygusu içini hep kemirmektedir. Aslında hesap ortadadır,
kadının aldığı para kreşe, kendi özel ihtiyaçlarına kullandığı makyaj
malzemesine ancak yetmektedir. O zaman neden bu kadar sıkıntı
çeker ki?
Sabahın erken saatinde kalkıp hazırlanmak, çocuğu
hazırlamak, üstelik tam da huzurlu sıcacık evinde uyurken onu
uyandırmak, bütün gün iş yerinde akşama ne pişireyim, misafire ne
ikram edeyim, çocuk nasıl gibi düşüncelerle boğuşmak. Mesai bitip
de eve gelindiğinde aynı tempo devam etmekte, hızla yemek
hazırlanıp, yine aynı hızla yenip ertesi günün yemeği yapılıp,
çocukla ilgilenmeye vakit kalmadan bakılır ki, çoktan gece yarısı
olmuş. Bir kenarda sizin gelmenizi kendisiyle ilgilenmenizi beklerken
uyuya kalan yavrunuzu kucaklayıp, buruk bir öpücükle yatağına
yatırırsınız. İşte bütün bir gün koşuşturup dururken bir de bakar ki,
ömür geçmiş, çocuklar büyümüş; ama farkına bile varılamamış, ne
eski güzelliği, ne eski sağlığı, ne de, artık sorunlarla başa çıkacak
gücü kalmış.
Bunca yıl karı koca çalışmışlar ama elde hiçbir şey yok. Hâlâ
borcunu ödedikleri evi saymazsak, ömür vefa eder de, borçtan
kurtulup rahata ereriz diye beklenirken, evlatların evlenmesi gibi
sebeplerden, borç üstüne borç…
—Hani iki kişi çalışırsak rahat ederdik, daha iyi yaşardık? Hep
sıkıntı çektik şimdi ömür bitti, hesap verilecek ama dünyada rahat
yaşamak için sıkıntı çektik, fırsat bulamadık ki ebedi yaşayacağımız
yer için hazırlık yapalım, üstelik hep sermayeden yedik elde bir şey
kalmadı. Ne için, kimin için, nasıl yaşadık, ne bıraktık? Taksitlerini
ödemeyi hiç ihmal etmedim ama imanını, dinini öğretmekte ihmal
davrandım. Dinini öğretmeden çocuğumu Amerika’ya master
yapmaya gönderdim. Çocuğum oralarda iyice bozuldu. Ahirette beni
sıkıntı çekerek, günah işleyerek okuttun diyip teşekkür etmeyecek,
yakama yapışıp neden benim günah işlememe engel olmadın,
neden bana dinimi öğretmedin diyecek.
Peki, o zaman neden bu kadar çalışıp günaha girmek isteriz ki?
Üç günlük dünya için sonsuz olan ahiret hayatını yıkmak akıl kârı
mıdır?