KEMALİZM
Kemalizm’in dayandığı temel ilkelerbir anlamda Kemalizm’in içeriğini oluşturmaktadır.
Kemalizmİstiklal Mücadelesi ile başlamıştır. İstiklal Mücadelesi millet gerçeğine inanış ve varışın bir zaferi olmuştur. Kemalizm herşeyden önce
medeni ve insani nitelik bir taşıyan Türk Milliyetçiliğini ifade etmektedir. Kemalizm
önce millet haklarını tanıma ve tanıtmadır. Millet egemenliğinin ifadesidir. Kemalizm bir kurtuluştur
milletçe bağımsızlığa kavuşmadır. Kemalizm aynı zamanda çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmadır
bir diğer anlamda modernleşmedir.
hür fikir ve düşüncedir;hürriyet ve demokrasi anlayışıdır. Kemalizm modern bir toplum hayatı yaşama
Türk toplumuna uygun sosyal siyasal kurumları kurma ve modern toplum olma demektir. Kemalizm önce bir Milli Mücadele gerçeğidir. Milli Mücadelede doğmuş
gelişmiş ve ondan sonra da oluşmuştur. Kemalizm
Türkiye’nin gerçeklerinden doğmuştur
ulusal bir anlayışlada çağdaş uygarlık düzeyinin de üstüne çıkmayı amaç bilmiştir. Kemalizm önce Türkçülük demektir
Türk milletini sevmek
onun yüksek ideallerine bağlı kalmak demektir. Kemalizm
insan şahsiyetine kıymet ve değer verir. Kemalizm
hürriyet
hür düşünce ve duygu demektir. Kemalizm
bir diğer yönden de
Atatürk ilkelerine bağlı kalarak Türk milletini ileri hedeflere yöneltmek ve insanlık ailesi içinde ona en şerefli yeri vermek demektir.
Atatürk fikir ve idealiinsanlık ölçüsünde
insani değerlerin en iyi kıymetlendirilmesidir. İnsanlığın tararına her hizmet
insanı insanlaştıran her moral ve manevi değer Atatürk’ten geçer. Kemalizm
Türk Devrimi ile oluşmuştur;bir yönü ile Türk Devrimi ile eş anlama gelmektedir. Türk Devrimi bir fikir ve ideal olarak doğmuş
ihtilalle birlikte eski düzenle ilgisini kesmiş
Milli Bağımsızlık mücadelesi ile düşmanı Ata yurdundan atmış
asıl amacına varan yolda zafer kazanmıştır. Türk Devrimi
Türk tarihinin derinliklerinden millet şuurunun sezilmesiyle hız ve kuvvet almış
batıcılığı millileştirdikten sonra millet gerçeğinin ihtiyaçlarına cevap vererek yeni kurulan devletin politik hayatını yönetmiştir. Türk devrimi başarıya ulaşırken bir takım temel prensiplere
ilkelere dayanmıştır. Devlet hayatını her yönüyle kapsayan bu temel prensiplerin yanı sıra dış politikaya has prensipler de o alanın özelliği icabı belirmiştir. Ayrıca devletçilikte ekonomik
sosyal ve kültürel kalkınmaya temel olan ilkedir. Türk Devriminin temel ilkelerini milliyetçilik
milli egemenlik
milli bağımsızlık
batılılaşma ve laiklik olarak ele alabilir ve değerlendirebiliriz.
KEMALİZM ve KÜRESELLEŞME
Küreselleşme herkese hoş çağrışımlar yaptıran bir sözcük. Herkes kendi bağlı olduğu inanç sistemi veya ideoloji açısındanküreselleşme kavramına sıcak bakmasını tahrik eden ve mümkün kılan nedenler bulabilir.
Tarih Boyunca Küreselleşme Yanlıları:
Gerçekten de bütün büyük dinler ve başlıca ideolojilerbelli anlamda bir küreselleşme özleminin öğretisini yaymışlar
takipçisi olmuşlardır. Örneğin
Hazreti Muhammet
tüm insanları İslamiyet çatısı altında birleştirme misyonunu taşıyordu. Onun kurmak istediği devlet
belli bir ulusla özdeşleşmeyen ve belli sınırlarla çevrili olmayan bir ümmet kavramına dayanmaktaydı. Dolayısıyla o da küresel boyutlu bir değişikliğin savaşını vermişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün küreselleşme konusundaki yerini şöyle belirleyebiliriz: Atatürk’ün tutuşturduğu kurtuluş alevi
Anadolu bozkırlarıyla sınırlı bir amaca yönelmiş değildi. O sömürgeciliğin ve emperyalizmin yeryüzünden ebediyen silineceği bir dünyanın kurulmasına katkı sağlamak amacıyla yola çıkmıştı. O
başından beri bilincinde olduğu bu durumu
9 Temmuz 1922’de yaptığı bir konuşmasında şöyle açıklamaktadır: ‘’Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa
daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin
bütün şarkın davasıdır.’’ Atatürk emperyalizme karşı savaşmış ve bu yolda unutulmaz bir ders vermişti. Ancak
o
dünya uluslarının birbirlerine yakınlaşmasından yanaydı. Onun için’’yurtta sulh’’ demekle yetinilemeyeceğini bilmiş;’’cihanda sulh’’ arzusunu da eklemeyi ihmal etmemiştir. Atatürk’ün
insanlığın kurtuluşunun bir bütün olarak küresel çözümlerle gerçekleşebileceğini ve bu yolda varılması gereken nihai hedefin ‘’birleşik dünya hükümeti’’nin kurulması olduğunu çok daha açık bir biçimde ortaya koyan ifadeleri de vardır. Bunun için
onun ‘’Söylev’’indeki şu cümlelere göz atmamız gerekecektir: ‘’Baylar
tüm insanların
deneyim
bilgi ve düşüncedeki ilerlemesi ve gelişimi sonucunda;Hristiyanlıktan
Müslümanlıktan
Budizmden vazgeçerek basitleştirilmiş ve herkes için anlaşılacak hale konulmuş
evrensel
saf ve lekesiz bir dinin kurulması ve insanların şimdiye kadar kavgalar
pislikler
kaba arzu ve iştahlar arasında bir sefalethanede yaşamakta olduklarını kabul ederek bütün vücutları ve zekaları zehirleyen kötülük tohumlarını yenmeye karar vermesi gibi koşulların gerçekleşmesini gerektiren bir ’birleşik dünya hükümeti’ hayal etmenin tatlı olduğunu yadsıyamam’ Bütün bunlardan sonra
bugüne dek yeryüzünün sahne olduğu belli başlı düşünce akımlarının ve inanç sistemlerinin hemen hepsi gibi Kemalizm’in de küreselleşmeci olduğu sonucuna varabiliriz. Bu çerçevede önem taşıyan en önemli fark ise nasıl bir iktidarın egemenliği altında küreselleşileceği sorusuna bulunacak yanıta göre açıklık kazanabilir. Dolayısıyla
Kemalizm’in nihai amacı ile günümüzdeki küreselleşmenin yöneldiği hedef arasındaki farkı da bu soru bağlamında araştırmak gerekir. Küreselleşmeci eğilimlerin her birinin kendisine özgü bir iktidar yapılanması öngördüğü ve bu iktidarın belirlediği bir egemenlik kavramına göre biçimlenmiş bir dünya amaçladıkları bellidir. Günümüzün küreselleşmecilerinin ne tür bir iktidarın egemenliği altında bir küreselleşmeden yana oldukları her zaman açıkça ortaya konulmuş değildir. Çoğu yerde
küreselleşmek için uluslar arası pazara açılmak ve bu pazarın yasalarına kayıtsız şartsız teslim olmak gerektiğini ileri sürerler. Uluslar arası pazarın da bireysel kararların bileşkesinden ibaret olan ünlü ‘’görünmeyen el’’den başka yöneticisi yoktur. Uluslararasında kendi deyimleriyle bir ‘’karşılıklı bağımlılık’’ dönemi başlamıştır ve emperyalizm dönemi sona ermiştir. Gerçekte bir serbest rekabet düzeni
yalnızca bazı ders kitaplarında yer almış;gerçek yaşamda hiçbir zaman gerçeklik kazanmamıştır. Gerçekte tüm pazarlar gibi uluslar arası pazarın da sahibi vardır. Uluslar arası Pazar
tüm pazarlar gibi görünmeyen bir elin değil;giderek görünen
IMF
Dünya Bankası gibi uluslar arası odaklarda somutlaşan uluslar arası boyutlu tekellerin egemenliği altındadır. Bu çerçevede
çok sayıda bağımsız ve demokratik rejimler yerine tek ve evrensel bir imparatorluk rejiminin kurulması belirmektedir. Günümüzde
küreselleşen dünyayı bekleyenin de bundan ibaret olduğu her gün biraz daha iyi anlaşılıyor.
Küreselleşmenin Demokrasiyle Çelişen Sonuçları Karşısında Kemalizm
Yalnızca ulusal devlet olgusunun son bulduğu bir dönem başlatılmış olmamakta;aynı zamanda demokrasi de sözde kalmaya mahkum edilmektedir. Uluslararası sermayenin küresel egemenliği kendini göstermektedir. DolayısıylaKemalizm’in ‘’egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’’ ilkesine karşılık
’’egemenlik kayıtsız şartsız uluslararası sermayenindir’’ ilkesi egemen kılınmaktadır. Bugünün dünyasındaki küreselleşmenin
Kemalizm ile derin çelişkisi de bu noktada kendisini göstermektedir. Demokrasinin tarihe gömülmesi yolundaki bu gidişin
Kemalizm’i kendisi için bir ayak bağı olarak görmesi doğaldır çünkü Kemalizm
tarihsel olarak demokratikleşme ile eş yönlü
hatta özdeş bir akımdır. Bağımsızlık olmadan demokrasi olmaz.’’ Ekonomik sömürüye yönelmiş büyük devlet
sömüreceği vesayet altındaki devlette demokrasiye razı olmaz.’’ Atatürk
egemenliğin saldırgan devletlerin ve onların kuklası durumuna düşmüş olan padişahın elinden alınarak milletin eline geçmesini mümkün kılan bir kurtuluş hareketine önderlik etmekle
demokrasinin kurulması için gerekli ve vazgeçilmez olan temellerin atılmasını sağlamıştır. Kemalizm’in demokrasi açısından ülaaae ne kazandırdığını gerçekçi bir biçimde değerlendirebilmek için
ülaaai nereden alıp nereye getirdiğinin önyargılardan arınmış olarak görmek. Şu çok açık gerçeğin bilinmesi gerekir ki Kemalizm
ülaaai saltanattan alıp
’’çok partili’’ düzene getirmiş olan rejimin adıdır. Ancak Atatürk’ün ifade ettiği boyutlarda bir çok partililik
bugün dahi sağlanabilmiş değildir. Atatürk’e göre
kapitalist toplumda
sınıf temelinde bir siyasal örgütlenmenin gerçekleşmesi ve her sınıfın kendi siyasal partisini kurması ‘’pek tabiidir’’. O
bu konudaki düşüncelerini
7 Aralık 1923’te Balıkesir’de yaptığı ünlü konuşmasında şöyle açıklamıştır: ‘’Şunu arzedeyim ki
başka ülkelerde partiler mutlaka iktisadi maksatlar üzerine kurulmuş ve kurulmaktadır. Çünkü o ülkelerde çeşitli sınıflar vardır. Bir sınıfın çıkarını korumak için kurulan partiye karşılık
diğer bir sınıfın çıkarını korumak maksadıyla bir parti kurulur. Bu pek tabiidir.’’ Atatürk döneminde ülkemizde yürürlükte olan rejimin demokratiklik düzeyinin
aynı dönemde
değil Ortadoğu veya Arap ülkelerinde
Avrupa ülkelerinde görülenlerden daha ileri olduğu sonucunu ortaya çıkarır. Batı’da o dönemde
İtalya’da faşizm egemendir. Almanya’da Nazizm tırmanışa geçmiştir. Doğu Avrupa’da da durum farklı değildir. Batı’da diktatörlüğe kaymış olan ülkelerin hepsinde
Türkiye’de Atatürk döneminde görülen durumdan farklı olarak
ırkçılığın kol gezdiği bilinmektedir. Kuşkusuz
Batıda bu ülkelerin dışında İngiltere be A.B.D gibi ülkeler de bulunmaktadır. Bu ülkelerle yapılacak bir karşılaştırma da Atatürk dönemi Türkiye’si açısından olumsuz bir yargıya varmamız sonucunu doğurmaz. İngiltere
tüm sömürgelerinde yaptıklarıyla ve A.B.D ülkesindeki zencilere karşı uyguladığı politikayla birlikte değerlendirildiğinde
Kemalist dönemin demokrasi ve insan hakları sicilinin göreli olarak hayli bir düzgün olduğu sonucuna varılmaktadır. Tüm bunlara karşılık
Atatürk döneminde
1924’te seçmen yaşının 18’e indirilmesi ve 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi son derece anlamlıdır. Pek çok ülkede bu siyasal hakların elde edilmesi çetin mücadeleler sonucunda mümkün olabilmiştir. Emperyalizmin boyunduruğundan yeni kurtulmuş bir ülkede
seçme seçilme hakkının tüm yurttaşlara tanınması bakımından da tüm mazlum milletlere örnek ve öncülük etmiş olan Kemalist devrimin bu yönünün çoğu yerde ihmal edilmiş olması;bu devrimi
zora dayanan ve zora dayalı bir rejim kurmayı amaçlayan bir hareket olarak gösterme çabalarıyla uyuşan sonuçlar vermiştir. Kemalist devrim
padişahın kulu olmaya koşullandırılmış bir ümmetten
eşit ve özgür yurttaşlardan oluşan bir ulus doğması yönünde çok büyük bir azim ve kararlılık göstermiştir. Bunun için Atatürk öğretmenlere şöyle seslenmiştir: ’’Biz sizden düşüncesi gür
vicdanı hür
anlayışı hür kuşaklar istiyoruz.’’ Atatürk
kendi döneminde kurulmasına ön ayak olduğu pek çok önemli kurumun
katılıma açık
özerk bir yapılanma içinde kurulmasına özen göstermiştir. Anadolu Ajansı
Türk Dil Kurumu
Türk Tarih Kurumu bunlara örnek gösterilebilir. Atatürk ekonomik alanda da katılımdan yana olduğunu göstermiştir. Bu konuda kooperatifçiliğe büyük önem vermiş ve döneminde kurulan bazı kooperatiflerin bir numaralı üyesi olarak örnek olmak istemiştir. Tüm bunların doğrultusunda
Kemalizm’in yüzünün hiçbir tereddüde yer bırakmayacak ölçüde demokrasiye dönük olduğundan kuşku edilemez. Kemalizm
bağımsızlıkçı
antiemperyalist özü dolayısıyla yalnızca Türkiye’de değil
tüm mazlum uluslar açısından demokratikleşme çabalarının en temel dayanaklarından biridir. Atatürk
çeşitli yazılarında ve konuşmalarında yansıyan bu doğrultudaki görüşlerini 13 Eylül 1920 günü Meclis’e sunduğu ve tartışmalarda ‘’Halkçılık Bildirisi’’ olarak anılan ‘’Teşkilatı Esasiye Kanunu Layihası’’nın ikinci maddesinde şöyle özetlemiştir: ‘’Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti
hayat ve istiklalini kurtarmayı tek ülkü ve amaç bildiği halkı
emperyalizm ve kapitalizm egemenliğinden ve zulmünden kurtararak
yönetim ve egemenliğin gerçek sahibi kılmakla amacına varacağı kanısındadır.’’ Küreselleşme yanlılarının ulusal devleti tarihin karanlığına gömme çabalarının ciddiyeti asıl burada kendisini göstermektedir. Çünkü
ulusal devletin yıkılması
aynı zamanda demokrasiye indirilmiş bir darbe olacaktır. Bugün için yeterince demokratik olmayan ulusal devleti daha da demokratikleştirmenin yolları bulunabilir. Oysa
devletin yerine kurulmak istenen uluslararası sermayenin egemenliğine dayalı bir tür imparatorluk rejimi ile demokrasinin bağdaştırılması mümkün değildir.
Küreselleşmenin Getirdiği Ekonomik ve Sosyal Modelin Kemalizm ile Çelişkisi:
Küreselleşme ve Kemalizm arasındaki bir diğer çelişki de nasıl bir ekonomik ve sosyal modelin benimsenmesi gerektiği konusunda kendisini göstermektedir. Batılı sanayileşmiş ülkeleriçine düştükleri bunalımı aşmak ve emekçi kitlelerden yükselen talepleri savuşturmak amacıyla 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde sosyal devlet kurumlarını hayata geçirmişler ve bundan bekledikleri yararları önemli ölçüde sağlamışlardır. Kuşkusuz
Batılı egemenlerin sosyal devletin hayata geçmesi yolunda tavizler vermelerinde komünizmin emekçi kitlelere yönelik vaatlerinin cazibesinden duyulan kaygı da önemli bir rol oynamıştır. Atatürk’ün ekonomik ve sosyal politikasını
sanayileşme öncesi bir toplumda uygulama alanı kazanmış olması dolayısıyla
sanayileşmiş ülkelerde ortaya çıkmış olan sosyalist akımlarla tıpatıp benzerlik içinde görmek olanağı yoktur. Ancak
şurası tartışılmaz bir gerçektir ki Atatürk
19. Yüzyıl liberalizminin Avrupa’yı ne denli felaketlere sürüklediğini çok iyi görmüş;bu nedenle
izlenmesine öncülük ettiği yolun liberalizmden farklı olduğunun altını ısrarla çizmiştir. Bu nedenledir ki konuşmalarında
’’bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme’’ karşıt bir doğrultuya işaret ederek ‘’emeğiyle geçinen zavallı bir halk’’ olmanın gerektirdiği bir yapılanmayı hedeflediğini ortaya koymuştur. Hepsinden önemlisi
altı ok halinde belirlediği hedefler arasına halkçılık
devletçilik ve devrimcilik ilkelerini koyarak
ekonomik ve sosyal felsefesinin özünü hiçbir tereddüde yer bırakmayacak bir biçimde özetlemiştir. Böylelikle belirlediği yol
liberalizm ile taban tabana zıttır ve devlet müdahaleciliğinin ve düzenleyiciliğinin önemini önceden kavrayıp
hayata geçirerek ileri görüşlülüğünü bu alanda da kanıtlamıştır. Devleti küçültmek doğrultusunda çığlıklar atarak kamu girişimciliğine ve sosyal devlete karşı bir savaş başlatmış bulunan küreselleşmeciler
bu konuda da karşılarında Kemalizm’i buluyorlar. Küreselleşmenin kaçınılmaz uzantısını oluşturan özelleştirme çabalarından
parasız eğitime karşı sürdürülen kampanyalara kadar
küreselleşmenin ayrılmaz sonuçlarını oluşturan her ters adım
ister istemez Kemalizm’in kazanımlarını tahribe yönelmiş oluyor;dolayısıyla
temelinde Kemalizm ruhunun yattığı engellere çarpması kaçınılmaz oluyor.
KüreselleşmeUluslararası Sömürü ve Kemalizm:
Kemalizm’intarihsel olarak
bir diğer önemli özelliği de sömürgeciliğin çözülmesi sürecine öncülük etmiş bir hareket olmasıdır. Bu yüzden küreselleşme
uluslar arası sömürüye kazandırdığı olağanüstü boyut dolayısıyla da Kemalizm ile derinden çelişmektedir. Günümüzle ilgili veriler
aslında çok bozuk olan uluslar arası gelir adaletsizliğinin
küreselleşme süreci ile beraber hızla derinleşmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Yani
sömürgecilik yeniden kalkışa geçmiştir. Dünyanın bugün içine düştüğü bunalımdan kurtulabilmesinin gerçek çözümü
sosyal adalete evrensel bir boyut kazandırmaksızın mümkün görünmüyor. Batı
bugüne kadar yalnızca kendisini kurtarmak istediği için
bir türlü kurtulamamaktadır. Yoksulluk
adaletsizlik içinde kıvranan ve sömürüye araçlık eden baskıcı rejimler altında ezilen insanların çoğunlukta olduğu bir dünyada
sosyal refah adacıklarını yaşatmanın bir sınır olduğu görülmüştür. Küreselleşme olgusu uluslar arası gelir dağılımındaki adaletsizliği tamamen derinleştirmiştir. Uluslar arası gelir dağılımındaki bu bozukluk
yoksul ülkelerde
beslenme yetersizliğinin neden olduğu hastalıkların ve çocuk ölümlerinin artması gibi göstergelerle eşlenmektedir. Türkiye’de de
Cumhuriyetin en yoksul dönemlerinde bile alt edilmiş olan hastalıkların yeniden ortaya çıkması ve sokak çocukları dramının baş göstermesi gibi belirtiler
Kemalist devlet anlayışından ayrılıp
küreselleşmenin yörüngesine kaymanın zorunlu kıldığı bir modelin benimsenmesinin bedeli olarak yorumlanabilir.
Küreselleşme Mikro Milliyetçilik ve Kemalizm:
Küreselleşmebir yandan ulusal devleti tarihin karanlıklarına gömme kararlılığını taşıyan bir oluşum niteliğiyle varlığını duyururken;diğer yandan ve bu durumla eş zamanlı olarak
mikro milliyetçilik denilen akımların hız kazandığı görülmektedir. Bu yolla
ulusal devleti zayıflatmaya ve sonuçta tahribe yönelik bir başka unsur daha elde edilmiş olmaktadır. Etnik temele dayalı ayrılıkçı hareketlerin tahriki ve himayesi
bu yöndeki eğilimlerin en etkili ve en çok görülen örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de de ‘’Kürt Sorunu’’ olarak tanımlanan bir sorun çıkıyor karşımıza. Bu sorun
asırlardır bir arada yaşamış bir ulusun insanlarını iki düşman kampa ayırma sorunudur. Bu sorunun temelinde yatan
bölgeler arası gelir adaletsizliği sorunudur. Bu adaletsizlikler olduğu sürece
ayrılıkçı eğilimlerin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Türkiye’deki sorunun çözümü için ilk yapılması gereken
bölgeler arası gelir dağılımını
bölücülük tahriklerine yer bırakmayacak bir yapıya kavuşturmaktır. Kimi Batılı çevrelerin önyargılarının aksine
Türkiye’de Avrupa’da görüldüğü türde bir etnik ayrımcılık hiçbir zaman olmamıştır. Avrupa’da faşist veya nazist rejimler kurulduklarında
yaptıkları ilk şey
azınlıktaki etnik grubu baskı altına almak ve toplama kamplarında yok etmek olmuştur. Oysa
Türkiye’de demokrasinin ve özgürlüklerin en çok kısıntıya uğratıldığı dönemlerde bile böyle bir durum görülmemiştir. Kısacası
ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konusunda
Türkiye’nin Batıdan öğreneceği çok şey vardır. Türkiye’nin bu konudaki farkını doğuran unsurlar arasında
geleneksel Anadolu hümanizmasına ek olarak ve ondan etkilenmiş bir unsur olarak Kemalizm’in önemli bir yerinin bulunduğunu kabul etmek gerekir.
SONUÇ:
Cumhuriyet’in küreselleşme ile derinden çeliştiğini görülüyor. Bu çelişki
ulusal egemenlik
demokrasi
sosyal devlet ve uluslarası sömürü gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Cumhuriyet’e ve onun temellerinde yatan Kemalizm’e yönelik saldırıların son yıllarda artmasını
bu çelişkiden bağımsız olarak açıklığa kavuşturmak imkansız gözüküyor. Cumhuriyet’e yönelik saldırılar
hedefleri aynı olmakla birlikte
değişik saflardan kaynaklanıyorlar. Bu saldırıların başında dinsel görünüme bürünmüş olanlar geliyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında hemen hepsinin arkasında emperyalizmin olduğu belirlenmiş ve sayısız örnekleri görülmüştür. Din sömürüsü olgusu
özellikle 50’li yıllarda baş kaldırmıştır. Bu durum
dış politika açısından tam bağımsızlıkçı çizginin terk edilmesi ve ‘’Küçük Amerika’’ olma hayalleriyle süslü yeni bir yörüngeye girilmiş olmasıyla yakından ilgilidir. Bu olgunun
küreselleşme rüzgarlarını da arkasına alarak olağanüstü bir ivme kazandığını görüyoruz. Cumhuriyetin daha demokratik ve daha sosyal olması elbette ki gereklidir. Ancak
bu gerekliliğin yerine getirilmesinde Kemalizm’in vazgeçilmez bir temel oluşturduğu görmezlikten gelinemez. Küreselleşme görmezlikten gelinemez ancak
küreselleşen dünyanın aynı zamanda demokratik olması ve sosyal adalet temelinde biçimlenmesi de reddedilemeyecek bir zorunluluktur. Bunun için
evrensel ölçekli bir demokrasinin oluşumuna ve yeryüzünde kol gezen uluslar arası sermayeye gem vuracak bir uluslar arası demokratik iktidarın yapılanmasına katkı sağlamak da hiçbir ulusun uğruna mücadele etmekten geri kalmaması gereken bir hedef olarak somutlaşmaktadır.
KAYNAKÇA:
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Atatürk Araştırma Merkezi
Türk Tarih Kurumu Basımevi
1989
4.baskı
cilt:2
Kemal Atatürk Nutuk
Türk Devrim Tarihi Enstitüsü
İstanbul
1962
EroğluHamza
Atatürkçülük
Olgaç Matbaası
Ankara
1981
KökerLevent
Modernleşme
Kemalizm ve Demokrasi
İletişim Yayınları
İstanbul
1995
TürkdoğanOrhan
Kemalist Sistem
Alfa Yayınları
İstanbul
1999
MANŞETLER
3 gün önceMANŞETLER
5 gün önceMANŞETLER
5 gün önceEKONOMİ
5 gün önceYEREL HABERLER
6 gün önceMANŞETLER
8 gün önceMANŞETLER
8 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.