İmam-ı Gazali hazretleri, Selçuklu sultanı Sultan Sencer’in
padişahlığı sırasında onunla görüşmüş, ona mektup yazmış ve
bizzat nasihatte bulunmuştur.
Sultan Sencer; Ehl-i sünnet itikadında, dinine bağlı ve bid’atleri
reddeden bir padişah idi. 60 sene kadar tahtta kalmış olup, ilme ve
ulemaya karşı çok hürmet eder, kendisi de ilimle meşgul olurdu. O
zamanın en meşhur âlimi olan İmam-ı Gazali hazretlerine haset
edenler, İmam-ı azam hazretlerinin aleyhinde bulunuyor diye iftira
ederek, Sultan Sencere şikayet etmişlerdi. Bunun üzerine Sultan
Sencer, İmam-ı Gazali hazretlerini yanına davet edip, görüşmek
istediğini bildirdi. Durum İmam-ı Gazali hazretlerine iletilince bazı
mazeretlerini bildirerek gitmedi. Sultan Sencere mazeretini bildirmek
ve nasihat etmek üzere bir mektup gönderdi.
Özetle şunları bildirmiştir:
“Cenab-ı Hakkın, ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin
yanında, bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün
beldeleri, vilayetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve
tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedi sultanlık ve saadet
yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla
sevinip, mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği
padişahlıktan başkasına aldanma!
Bu ebedi padişahlığa kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de,
senin için kolaydır. Çünkü Resulullah efendimiz, “Bir gün adalet ile
hükmetmek, altmış senelik ibadetten efdaldir” buyurdu. Madem
ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir
günde kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha çok
muvaffakiyete fırsat olamaz! Zamanımızda ise iş o hale gelmiştir ki,
değil bir gün, bir saat adaletle iş yapmak, altmış yıl ibadetten efdal
olacak dereceye varmıştır.
Dünyanın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular
ki: “Dünya kırılmaz altın bir testi, ahiret de kırılan toprak bir testi
olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır,
ebedi olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünya, geçici ve kırılacak
toprak bir testi gibidir. Ahiret ise hiç kırılmayan ebediyen baki
kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyaya
sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misali iyi düşünün ve
daima göz önünde tutun!
Beni yanınıza davet etmiş bulunuyorsunuz. Benim ahdim var.
Bundan sonra hiçbir sultanın yanına gitmeyeceğim ve hiçbir
sultandan en ufak bir şey kabul etmeyeceğim. Münazarayı terk
edeceğim. Bu ahdimde durdum. Bu bakımdan, sultanlar beni bu
hususta mazur gördüler.
Sizin için hayır dualarda bulundum. Eğer her şeye rağmen
gelmem için bir fermanınız olursa, emre itaatin lazım olduğunu
bildiğim için, ahdimi bozarak, fermanınızı kabul etme yolunu
seçerim. Allahü teâlâ, dilinize ve gönlünüze öyle şeyler getirsin ki,
bununla yarın ahirette utanmaktan muhafaza etsin… Vesselam.”
Bu mektup Sultan Sencere ulaşınca, madem ki Meşhed’e
gelmiş, ordugahımıza az bir mesafe var. Oradan gelmek güç bir iş
değildir diyerek, gelmesini istediğini bildirdi. Bunun üzerine İmam-ı
Gazali hazretleri Sultan Sencerin yanına geldi. Huzuruna girince
ayağa kalkıp, İmam-ı Gazali hazretlerini karşılayıp kucakladı. Sonra
da kendi tahtına onu oturttu. Çok hürmet gösterdi. İmam-ı Gazali
hazretleri oturduktan sonra, yanında bulunan bir talebesine, Kuran-ı
kerimden bir miktar oku buyurdu. Talebesi de mealen; “Allah
kuluna kâfi değil mi?” buyurulan, Zümer suresi 36. Âyetini
okuyunca, İmam-ı Gazali hazretleri, “Evet” dedi. Daha sonra söze
Besmele çekerek başladı. Sultana özetle dedi ki:
“Allahü teâlâya hamd olsun. Kurtuluş ancak takva sahibi olanlar
içindir. Düşmanlık da ancak zalimleredir. İslam âlimlerinin âdeti
şöyledir: Padişahların huzuruna girdiklerinde; dua, sena, nasihat ve
bir ihtiyacın giderilmesi hususunda konuşma yaparlar.
Dua hususunda evla olan, gece karanlıklarında Hak teâlâya
gizlice yalvarmaktır. Çünkü insanlar arasında yapılan dualarda riya,
gösteriş ihtimali var. Halis olmayan böyle dualar ise, Hak teâlâ
indinde makbul değildir. Bu huzurda övgüde bulunmak da
riyakârlıktan uzak değildir. Yükseklik ve ışık bakımından, güneşin
parmakla gösterilip, övülmeye ihtiyacı yoktur. Güzellik kemale
ulaşınca, övenlerin pazarını bozar, bunların eli boş kalır.
Resulullah efendimiz (Size iki vaiz bıraktım, biri susar, biri
konuşur. Susan nasihatçi ölümdür. Konuşan ise Kur’andır)
buyurdu. Dikkat et, susan nasihatçi ölüm, lisan-ı haliyle ne söylüyor
ve konuşan nasihatçi ne söylüyor? Susarak, haliyle nasihat eden,
ölüm diyor ki:
Ben, her canlıyı pusuda beklemekteyim. Zamanı gelince aniden
pusudan çıkıp yakalayıveririm. Eğer benim herkes için yapacağım
işin bir benzerini görmek isteyen varsa; padişahlar, vefat etmiş olan
padişahlara, emirler de, vefat etmiş olan emirlere baksınlar.
Melikşah, Alparslan, Çağrıbey toprak altından halleriyle şöyle nida
ediyorlar:
“Ey Padişah, ey gözümüzün nuru, sakın unutma ki, biz nerelere
sevk edildik ve ne korkunç işler gördük. Emrinde bulunanlardan biri
aç iken, sen asla bir gece tok olarak uyuma! Biri çıplak iken, sen
istediğin gibi giyinme!
Şöyle vasiyet ederler:
Benden bir kelime kabul et ki, bu; “La ilahe illallah
Muhammedün Resulullah”dır. Bunu daima dilinde tut, yalnız
kaldığın zaman bunu söylemeyi asla unutma. Asıl iman, bunu
söylemekle istikrara kavuşur. “İman, suyunu taatten alır. Kökü
adalet ile, devamı Hakkı zikretmek ile kaimdir” buyurulmuştur.
Bunların hepsini yapıp ahiret azabından kurtulursan da, kıyamette
sualden kurtulamazsın. Hadis-i şerifte; “Her biriniz çoban gibisiniz
ve herkes emri altında bulunanlardan sorumludur” buyuruldu.
Ey Padişah! Hak teâlânın hak nimetini eda eyle ki, nimet; doğru
iman, doğru itikad, güler yüz ve güzel ahlaktır ve iyi amellerdir.
Bunlardan iyi amel işlemek senin elindedir. Madem ki Allahü teâlâ
bu nimetleri sana ihsan etmiş, sen de dördüncüden, iyi amel
etmekten kendini mahrum etme ki, küfran-ı nimet etmiş olmayasın
ve ey ayakta duran emirler! (vezirler, kumandalar!) Eğer devletinizin
mübarek ve daimi olmasını istiyorsanız, nimetin kadrini biliniz.
Nimeti, felaket ve bedbahtlıktan ayırt ediniz. Biliniz ki; sizin bu
Horasan melikinden başka, göklerin ve yerlerin maliki olan başka bir
padişahınız vardır. Yarın kıyamette, herkesi hesaba çekecek ve
benim nimetimin hakkını nasıl elde eylediniz, nasıl yerine getirdiniz,
buyuracak.
Meliklerin kalbleri, Allahü teâlânın hazineleridir. Rahmet, azap
ve cezaya dair yeryüzünde her ne vuku bulsa, meliklerin gönülleri
vasıtasıyla olur. Allahü teâlâ, (Kendi hazinemi size emanet ettim.
Sizin dilinizi o hazinenin kilidi yaptım, korudunuz mu? Yoksa
emanete ihanet mi ettiniz?) diye soracak. Hazineye ihanette
bulunan, bir mazlumun halini padişahtan gizleyendir.
Bir ihtiyacın arz edilmesine gelince, benim bir genel, bir de özel
olmak üzere iki hacetim vardır. Genel olanı şudur: Tus ahalisi
zulümden helak olmuştur. Soğuk ve susuzluktan mahsuller
tamamıyla mahvolmuştur. Onlara acı! Hak teâlâ da sana acısın.
Açlık dert ve belasıyla müminlerin boynu ve belleri kırıldı.
Özel hacetim ise şudur: Ben, 12 seneden beri halktan
uzaklaşmış, bir köşeye çekilmiştim. Sonra Fahr-ül-mülk, Nişabur
Medresesi müderrisliğini kabul etmem için ısrar etti. Ben ona, Bu
zaman, benim sözlerimi kaldıramaz. Bu zamanda bir hak söz
söyleyenin, kapı ve duvar bile aleyhine geçer demiştim. Bugün
ise iş o raddeye gelmiş ki, işitmiş olduğum sözleri rüyada
görseydim, karışık rüyadır derdim. Bunların akli ilimler ile alakalı
olanlarında eğer bir kimsenin itirazı varsa, buna şaşılmaz. Çünkü
benim sözlerimde, herkesin anlayamayacağı manalar çoktur.
Bununla beraber ben, kime olursa olsun söylemiş olduğum herhangi
bir sözümü açıklayıp ispat edebilirim. Böylece meseleyi açıklığa
kavuştururum. Bu gayet kolaydır. Fakat, İmam-ı a’zam Ebu
Hanife’nin aleyhinde bulunmuşum diye söz söylüyorlarmış. İşte
buna asla tahammül edemem. Allahü teâlâya yemin ederim ki, ben,
Ebu Hanife’nin ümmet-i Muhammed arasında, fıkıh ilminin
inceliklerinde ve manasında en büyük âlim olduğunu kesin olarak
kabul etmekteyim. Her kim ki, bu söylediğimin tersine bir sözüm
olduğunu veya bir şey yazmış olduğumu söylerse o yalancıdır.
Sizden şunu isterim ki; beni, Nişabur’da, Tus’da ve diğer bütün
şehirlerde ders verme işinden affediniz. Kendi halimde kalayım. Bu
zaman, benim sözlerime tahammüllü değildir.”
Sultan Sencer, İmam-ı Gazali hazretlerini dikkatle dinledikten
sonra şu cevabı verdi:
“Söylediğin bu sözleri duymak ve imam-ı a’zam hakkındaki
güzel kanaatlerini, Irak ve Horasan âlimlerinin hepsinin duyması
için, onları burada toplamamız lazımdır. Büyük İslam âlimleri
hakkındaki kanaatinizi ve onlara olan hürmet ve sevginizi herkese
duyurmak üzere, her tarafa dağıtmak için bu ifadeleri yazmanızı
istiyorum. Tedristen, ders verme işinden muaf tutulma arzuna
gelince, bu mümkün değil. Fahr-ül-mülk, seni Nişabur müderrisliğine
[profesörlüğüne] davet etmiştir. Biz, senin namına medreseler
yaptıracağız. Bütün âlimler gelsinler, kendilerine kapalı kalan
meseleleri öğrensinler, zor meselelerini halletsinler.”
İmam-ı Gazali hazretleri, ömrünün bundan sonraki son iki yılını,
kendi memleketi Tus’ta kitap yazmak, insanları irşad etmek ve
talebelere ders vermekle geçirdi. 55 yaşında vefat eti.
DÜNYA
1 gün önceMANŞETLER
1 gün önceMANŞETLER
1 gün önceDÜNYA
1 gün önceDÜNYA
1 gün önceMANŞETLER
1 gün önceMANŞETLER
1 gün önceVeri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.